ELAZIĞ TARİHİ
Elazığ (Eski adı: Mamuret'ül Aziz, El Aziz, Zazaca: Xarpêt), tarih öncesi dönemden başlayarak, çeşitli uygarlıklara yerleşim yeri olan, Elazığ'ın tarihi, Harput tarihi olarak incelenmektedir. Zira Elazığ, M.Ö. 3000'li yıllarda kurulduğu sanılan, Harput kentinin ovadaki devamıdır. Tarihte Ermeni, Süryani, Kürt, Zaza, Türk nüfusu mevcuttu.
Bu yörede tarihçe bilinen en eski kavim Hurri'lerdir. Daha sonra önemli uygarlıklardan, sırası ile Hititler, Urartular, Romalılar, Bizanslılar, Sasaniler, Araplar ve Türkler bölgede egemen olmuşlardır.
Malazgirt Savaşı'nden sonra (1087 yılında) Türk egemenliğine giren Harput, önce Çubukoğulları, sonra Artukoğulları, Selçuklular, Dulkadiroğulları ve Akkoyunlular elinde kalmış, 1515 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı İmparatorluğu'na katılmıştır.
Mezra denilen bugünkü yerleşim yerine 1834'de taşınan Elazığ'a 1862 yılında Abdülaziz'in valilerinden İsmail Paşa tarafından Mamuret-ül Aziz ismi verilmiştir. Zaman içinde bölgeye eyalet merkezliği yapan şehre 1937 yılında Atatürk tarafından tahıl ambarı bolluk ve bereket anlamına gelen El'azık adı verilmiş olup, zamanla Türkçe ses uyumuna uygunluğu ve söyleniş kolaylığı nedeniyle Elazığ olarak kullanılır olmuştur.
Geçmişte karasal iklimin hüküm sürdüğü Elazığ, yapılan ve yapılmakta olan barajların etkisi ile ılıman bir iklime geçiş yapmıştır.
ULU CAMİİ EFSANESİ
ULU cami hakkında halk arasında anlatılan bir efsane vardır.Ağaç ve minare efsanesi olarak bilinen efsaneye göre Ulu Camii bahçesinde bir kadir gecesi iki arkadaş oturuyorlarmış, birisi birden bire diğerine camii bahçesinin güneyinde ve mihrabın hemen önünde duran dut ağacının eğilip kalktığını, yani secde ettiğini söyler, öteki de caminin minaresinin eğilip kalkarak secde ettiğini söyleyince Minare ve Ağacın sırları ortaya çıkar ve o günden beri ağaç ve minarenin secde eder durumda kaldığı söylenmektedir. Hatta minarenin birkaç kez onarım görmesine rağmen tekrar eski eyik haline geldiği rivayet edilmektedir. Ağaç ve minare bu görünümlerini günümüzde de korumaktadırlar.
ARAPBABA EFSANESİ
Arapbaba hakkında bir çok efsane anlatılmaktadır. Bunlardan en yaygın olanına göre Yöreye bir yıl hiç yağmur yağmamış, kıtlık baş göstermiş ve insanlar perişan olmuş. Türbenin yakınlarında oturan Selvi isminde bir kadın rüyasında üç gece, Arapbabanın cesedinin başı kesilirde dereye atılırsa yağmur yağacağını görür. Kadın bunun üzerine kimseye bir şey söylemeden cesedin başını kesip dereye atar bu olaydan sonra günlerce yağmur yağar. Öyle olur ki bu yağmurlar afete dönüşür. Selvi kadın bu defa rüyasında. Arapbabanın kesilen başı bulunup yerine konulursa yağmurun dineceğini görür ve olayı yörenin ileri gelenlerine anlatır. Alimler kadının çok büyük bir hata ve ölüye saygısızlık yaptığını söyleyerek ahaliden kesik başın bulunmasını isterler. Kesin başın bulunup yerine konulmasıyla yağmurun kesildiği görülür.
Bazı Harput’lular , alimlere rüyasını anlatmayarak Arapbabaya saygısızlık yapan Selvi kadının büyük bir hastalığa yakalandığı ve perişan bir halde öldüğünü söylerler.Arapbaba hakkında başka rivayetlerde vardır.
Kimine göre türbedeki zat’ın Selçuklu komutanlarından biri olduğu, kimine göre de Arabistan’dan gelmiş ve Harput’ta çobanlık yapan bazı kerametler göstermiş veli bir kişi olduğu söylenmektedir.
|
|
 |
|